Esra Gezginci ile Esrarengiz Azerbaycan, serüvenini Şuşa'dan sonra Füzuli'den geçerek Ağdam'da sürdürüyor. Savaşın tahribatına rağmen özgünlüğünü hala koruyan bu bölgeler, aynı zamanda aslına uygun inşa edilmek üzere hummalı bir çalışmaya sahne oluyor. Naftalan'da ise neft yağının mucizevi etkileri ele alınıyor. Bu bölümün konukları Yazar İsmayıl İsmayılov, Naftalan Vali Yardımcısı Ülfet Aliyev, Naftalan SOCAR/Azneft Şefi Maarif Kadımov ve Sağlık Uzmanı Hurşud Namazaliyeva. Ermenistan işgalinden kurtulan Şuşa tarihi yapılarıyla adeta bir açık hava müzesi. 18. yüzyılın ortalarında İran ve Azerbaycan'da merkezi devletin yıkılmasından sonra, Azerbaycan topraklarında sayıları 10'u bulan bağımsız hanlıklar ortaya çıkmaya başladı. Ve bunlardan biri de 1747'de kurulan Karabağ hanlığıydı. Hanlıklar, sürekli birbiriyle savaş halinde olduğu için kentlerin savunması büyük önem kazandı. Karabağ hanlığı, aynı zamanda güneyden gelen Kaçarlar saldırısına da maruz kaldığı için, bu önem daha da arttı. Karabağ hanlığının merkezi olarak kurulan Şuşa kenti ise, bu şehirler arasında tartışmasız en stratejik konuma sahip olanı. MUCİZE ŞEHİR ŞUŞA Burası inanılmaz etkileyici bir yer. Ben şimdi tabii yıkık bir halde görsem de, onların böyle eski hallerini canlandırdığım zaman muhteşemmiş. Burası normal bir sokak aslında, değil mi? 17 mahalleden biri. İsmayıl İsmayılov: Sıradan bir mahalle. Burası 17 mahalleden biri. Mahallelerin hepsi böyle güzel. Bu şehrin harap olmuş hâli bile güzel.Tarih boyunca yetiştirdiği dünya çapında ünlü müzisyenler nedeniyle Kafkasya'nın sanat mabedi olarak anılan Şuşa, Ermenistan işgali öncesi hareketli bir kültür ve ticaret kentiydi. İ.İ: Evlerin ön kapısı sokağa bakıyordu. Bahçesi arka taraftaydı. Evlerin muhteşem pencereleri, kapıları, elle çizilmiş gibi arkalığı mermerden yararlanılarak inşa edilirdi. Bu da sıradan bir mahalle. Şu anda durduğumuz yer Merdinli Mahallesinin meydanıydı. İnsanların toplanması için bir yerdi.Burada mescit de var değil mi? Her mahallede olduğu gibi? İ.İ: Burada mescit vardı. Ne yazık ki, Ermeniler o mescidi harap ettiler. Artık yok. Ortada bir çeşme vardı. "Ağaç Çeşmesi" derdik. Çeşmenin gövdesinde büyük bir ağaç vardı. Adı Ağaç Çeşmesiydi. Artık çeşme de kalmadı. Bu mahallenin hamamı giriş tarafındaydı. Adı Şirin Su Hamamı. Termal su vardı. İçilebilir sudan yararlanılırdı. Bu gördüğünüz ev, Sadıkcan'a aitti. Kendisi Azerbaycan tarının atası olarak tanınır. Müziğimizde yararlandığımız bir enstrüman olan tarın ustalarından biriydi. Sadıkcan'a tarı bize miras olarak bıraktığı için minnettarız. Tellerinin sayılarını arttırmıştı. Tel ilâve etmişti. Biliyorsunuz, tarı dinlediğinizde ona özgü özel bir sesi vardır. Hem özleyiş vardır, hem bir yakarış vardır. Tarın sesinden etkilenmemek mümkün değil. Şirin Su Hamamı'nın yanı sıra Sadıkcan evinde restorasyon çalışmaları sürüyor. Sadıkcan olarak tanınıp sevilen Mirza Sadık Esatoğlu, geleneksel tar'ı değiştirip geliştirdi. Ünlü müzisyen beş telli tar'a beş tel daha ekleyerek 10 telli bir enstrümana dönüştürdü. Ağırlığını da hafifleterek diz üstü yerine göğüste çalınabilecek bir enstrüman haline getirdi… İ.İ: Şuşa'da mahalleler, 1992 yılında işgal edilinceye kadar sapasağlam ve dimdik ayaktaydı. Şehir, büyük bir müzeydi. Ermeniler evleri yerle bir edip inşaat malzemesi olarak yararlanmışlar. Binaların hâlini görüyorsunuz. Harap etmedikleri evlerin sadece çatılarını yıkmışlar. Hiçbirinin çatısı olmadığını görüyorsunuz. Bu 30 yıl içerisinde yağmur ve kar suları evlerin içine sızarak daha da harap olmasına yol açtı. Bu şehrin harap olmuş hâli bile güzel.Evet, evet. Şu hali bile hissettiriyor yani o güzelliği. Şuşa'nın tamamı Azerbaycan tarafından devlet tarih ve mimari koruma alanı ilan edildi. Amaç restorasyon ve onarımlarla kenti eski canlılığına kavuşturmak. Bir de şu arkanızda hemen Şuşa matbaası var değil mi? Gazetesi. İ.İ: Şuşa'da matbaa da vardı ve orada Şuşa Gazetesi basılırdı. 1932 yılında kurulmuştu. Matbaası da bu binadaydı. Bu bina da 19. yüzyıl mimari özelliklerine sahipti. Gördüğünüz binaların hepsi birer mimarlık abidesiydi. Çok önemli bir mimariye sahipti. Bir de müzik okulu binası vardı. Ne yazık ki, o binanın tamamı yıkıldı. Binadan geriye sadece gördüğünüz küçük bir kısmı kaldı. Orada, Üzeyir Bey'le ilgili film çekildi. Filmin adı, Uzun Ömrün Akortları'ydı.Doğal bir plato olan Şuşa temiz havasının yanı sıra şifalı suları ile birlikte bir sağlık kenti olarak da ün salmış. Şuşa, eskisi gibi bir açık hava müzesi olacağı günleri iple çekiyor… İ.İ: Bu şehir baştan sona bir mucize diyebilirim. Sihirli bir şehirdir. Doğru söylüyorsunuz. Burası açık hava müzesi gibi. İsmayil Bey, bu ev kimindi peki? İ.İ: Bu da bir tüccarın eviydi. Hacı Memmedin'in eviydi. 19.yüzyılda inşa edilmişti. Bunun da kendine has, çok güzel bir mimarisi vardır. Bakın, büyük bir kapısı var. O dönemde at arabasının içeri girmesi için kapılar büyük yapılıyordu. Yani at arabası içeri giriyormuş. Diğer tarafta da insanların giriş-çıkışı için ayrı bir kapı vardı. Yine aslında garaj gibi kullanılmış. İ.İ: Garaj gibi, evet. Binanın içinde. Arkada gördüğünüz Aşağı Gövher Ağa Mescidi. Kerpiçlerin üzerindeki renkli motiflerde "Allah" kelimesi yazıyor. Minarenin her yerinde Allah yazıyor. Bu bina da restore edilecek, Allah izin verirse. Renkleri soluk. Doğal renklerine kavuşturulup, orijinali gibi olacak. Baktığınızda her tarafı çok güzel.Evet. Şuşa, aslında böyle baktığın zaman böyle küçük gibi görünen ama aksine, her bir taşı tarih kokuyor. Muhteşem bir yer. İ.İ: Bu sorun biraz daha uzasaydı bunlar da kalmayacaktı. Ermeniler durmaksızın yıktılar, harap ettiler. Azerbaycanlıların izini şehirden tamamen silmek istediler. Allah'a çok şükür ki, şehir işgalden kurtarıldı. Allah şehitlerimize rahmet eylesin. Tarihimizi, toprağımızı, vatanımızı evlerimizi, abidelerimizi her şeyimizi Ermeni işgalinden kurtardık. Şükürler olsun.Şuşa, 17 mahalleden oluşuyormuş. Ve her mahallenin kendine özgü camisi, hamamı, çeşmesi bulunuyormuş. Bu, Şuşa'ya ait çok güzel bir özellik. Ve buraya ait çok güzel bir özelliği de, günün her saati hava inanılmaz değişiyor. Bir anda bakıyorsunuz güneş çıkıyor, bir anda yağmur yağmaya başlıyor, bir anda sislerle sanki bulutların üstünde yaşıyormuşsunuz gibi oluyor. Ama insanları hep kendine özgü. Hiç değişmiyor. Hep güler yüzlü, pozitif ve yardımsever. Çok güzel. Şuşa'yi geçmişten günümüze anlamamıza hatta yaşamamıza yardımcı olan kıymetli konuğum Yazar İsmayıl İsmayilov'a teşekkür edip Füzuli'ye doğru yola çıkıyorum…Burası o kadar önemli ki. En çok şehidimizin verildiği yer. Ve umarım, en kısa zamanda eski haline kavuşur. Füzuli birinci Karabağ savaşı sırasında Ermenistan tarafından yerle bir edildi. Öyle ki Füzuli'den geriye kalanlar antik bir kentin kalıntılarını andırıyor. Hala o güzelliğini koruyor aslında biliyor musunuz? Çünkü o kadar güzel bir ruhu var ki. Şu an, tehlikeli olduğu için o tarafa doğru geçemiyorum. Ama umarım en kısa zamanda buraları gezmek nasip olur. Füzuli'de mayın temizleme çalışmaları yürütülmesine karşın tehlike halen devam ediyor. Bu nedenle kentin birçok noktasına girilemiyor.Füzuli, Azerbaycan'ın önemli kentlerinden biri. Füzuli kenti, 2020'de yerle bir edilmiş olarak geri alındı. Ve burada da, devasa bir hayata döndürme operasyonu yürütülüyor. Zafer Yolu'nun yanı sıra, inşa edilen uluslararası hava limanı, kente yeniden hayat taşıyan damarlar olacak. Füzuli'de çalışmalar son hızıyla devam ediyor. Füzuli Uluslararası Havalimanı'nın açılmasını müteakip Ahmetbeyli-Füzuli-Şuşa Karayolu'nun yapımına başlandı. Ağdam da Ermenistan işgali öncesi Kafkasya'nın en güzel kentlerinden biriydi.Bazı kaynaklara göre Ağdam kelimesi, eski Türkçede "beyaz kale" anlamına geliyor. 18. yüzyılın ilk yarısında Karabağ Hanlığının kurucusu Penah Ali Han, kendisine beyaz taştan bir ev yapılmasını emretti. Tam olarak saray özellikleri göstermeyen ama bir sarayı andıran bu gösterişli ev, bir simge haline geldi. Ağdam, güneş ışınlarıyla aydınlanan bembeyaz bir ev anlamına geliyor. Bugün ise savaşın tüm dehşetini anımsatan bir yıkıntı anıtı. Verimli tarım arazileriyle çevrilmiş Ağdam'da, bir zamanlar tarihi birçok mimari eserin yanı sıra ağır ve hafif sanayi tesisleri vardı. Ağdam artık hayalet kent veya Kafkasların Hiroşima'sı olarak anılıyor. Bu arada Ağdam, eskiden çok önemli bir ticaret merkeziymiş. Tabii tarihi yapılarını say say bitmez. En kısa zamanda eskisinden çok daha güzel bir hale dönüşeceğinden eminim. Restorasyon çalışmalarının sürdüğü kentin sembol yapılarından biri de Ağdam Camii…Kubbeli çatı ve minareleriyle Karabağ mimarisinin tipik bir örneği olan Ağdam Camisi ise, şehrin merkezinde yer alan ve yıkılmayan birkaç binadan biri. Cuma Camii olarak da bilinen ve kusursuz tasarımıyla dikkat çeken caminin içi o kadar da şanslı değil. İç mekândaki süslemeler, sade bezemeli mihrap üstündeki kitabe, çok ciddi bir tahribata uğramış. Caminin çatısı ve çatı katı yıkılırken, pencereler, kapılar, iç kaplamalar ve hatta mermerler yok edilmiş. Tabii biz şu anda restorasyon çalışmaları nedeniyle içini göremiyoruz. İnşallah yakın bir zamanda içini de göreceğiz. Savaştan ve işgalden harap olmuş ağdam sokaklarında dolaşmaya devam ediyorum…Bir zamanlar şehrin merkezi olan bu yerde Ağdam Dram Tiyatrosu'nun ayakta kalan son kalıntıları karşılıyor beni. Sovyet döneminde inşa edilen ve Azerbaycan'ın en büyük tiyatro binalarından biri olan Ağdam Dram Tiyatrosu'ndan geriye sadece bir giriş cephesi kaldı. Dram Tiyatrosu, oteller, havuzlarla birlikte Ağdam'ın en hareketli merkezini oluşturuyordu. Burası açık hava müzesi olarak projelendirildi. 22 buçuk hektar alanda 44 günlük zafer anlatılacak. Yaşanan acılar ve verilen vatan mücadelesinin unutulmaması için, yıkıntılar olduğu gibi korunacak. Tiyatro ve müzelerle bezenmiş bir kent olan Ağdam'da Ekmek Müzesi gibi dünyada eşine az rastlanır müzeler de vardı. Ağdam'da işgal sırasında Sovyet dönemi yapılar da tahribata uğradı. Bunlardan biri 11983 yılında açılan ve dünyanın ikinci ekmek müzesi olarak bilinen Ağdam Ekmek Müzesi. Geriye sadece bir duvar kalan bu müzede, tarih öncesi dönemden itibaren ekmeğin serüveni anlatılırdı. Müzedeki en eski eser, M.Ö. 7. binyıla ait fosilleşmiş buğday taneleriydi. 1500'den fazla eserin yer aldığı bu müzeden tek kurtarılan da bu buğday taneleri oldu. Ve Azerbaycan Tarih Müzesi'ne taşındı. Müzede sergilenen karasaban, harman tahtası, sap çekme aleti, orak, el değirmeni gibi birçok tarihi eser yok oldu. Gence, Karabağ, Gürcistan, Ermenistan, Dağıstan, Semerkant'ta yapılan ekmek çeşitlerinin sergilendiği müzede, 19. yüzyılda inşa edilmiş bir değirmen ve bir kervansaray da vardı. Değirmen, 1987'de çalışır hale getirilmişti.Ağdam'da işgalden sonra ayakta kalan nadir yapılardan biri, Şahbulak kalesi. Savaşta hasar gören bu kale Ermeniler tarafından aslına uygun olmayarak tamir edilmiş. Bunun amacıysa, kaleyi Ermenistan tarihine aitmiş gibi göstermek. Şahbulak Kalesi'nin çevresinin tarihi anıtlar açısından zengin olduğu görülünce, burası Tigrankent arkeoloji kenti ve kazı alanı ilan edilmiş. Tigrankent adıyla bir müze kurulmuş, ayrıca kale duvarlarına haç işlenmiş ve eklemeler yapılmış. Şahbulak Kalesi, Karabağ Hanı Penah Ali Han tarafından inşa edilen 18. yüzyıldan kalma bir hikâye. Kale, yakındaki bir pınardan dolayı Şahbulak, yani "şahın pınarı" anlamını taşıyan adını aldı. Hanlığın ilk başkenti, 1748 yılında inşa edilen Bayat Kalesiydi. Başkent kısa süre sonra Karabağ ovasında bulunan, yeni inşa edilen Şahbulak Kalesine, oradan da Şuşa'ya taşındı. Sarayın soyluları ve melikleriyle birlikte oraya yerleşti. Bununla birlikte Karabağ hanları savunma amacıyla her zaman Şahbulak Kalesinde 3 bin kadar güçlü atlı süvari bulundururdu. Şahbulak Kalesinden 1747'de Karabağ Hanlığı'nı kuran Penah Ali Han'ın sarayına geçiyorum. 18. yüzyıla ait tarihi mimari bir anıt olan Penah Ali Han sarayı, Karabağ hanedanlığına ait en eski mülklerden biri. İki ana binadan oluşan saray zaman içinde eklenen binalarla bir külliye niteliği kazanmış.Beyaz taşlarıyla Ağdam'a adını veren Karabağ Hanı Penah Ali Han'ın sarayındayız. Daha doğrusu kalıntılarındayız. Penah Ali Han'ın aile mezarlığı da bu sarayda bulunuyor. Ayrıca Penah Ali Han'ın sarayı, Azerbaycan'daki konutlarda öncü olan özellikleriyle ilgi çekiyor. Bu özellikler, kubbeli salon, tonozlu odalar, çok sayıda nişin varlığı, ana konut yapılarının güneye bakması olarak sınıflamak mümkün. Penah Han'ın evi birbirine dik iki binadan oluşuyordu. Ana bina önünde bir kubbeli salonun etrafında gruplaşmış güneye bakan birkaç tonozlu odaya sahiptir. Eyvan büyük ve Anadolu Selçuklu cami ve medreselerinde görülen, avluya bakan tarafı açık, üç tarafı kapalı, üstü tonozla örtülü, yerden yüksekçe, zeminli oylumlara deniyor. Bina girişiyle iç avluyu birbirine bağlayan bir nevi kalın kemer yapılardır.Kurucu Penah Ali Han'ın aile kabristanı da bu saray sınırları içinde yer alıyor. Karabağ'ın son egemen hanı Mehdikulu Han'ın kızı Hurşidbanu Natevan'ın kabri de burada. Natevan, Şuşa'da doğup büyüyen bir şair ve bestekâr olarak kentin kültürel temellerini atmasına karşın buraya defnedilmiş. Ağdam adı gibi parlak bir geleceğe hazırlanıyor. İnşası süren Karabağ Üniversitesi ve tamamlanmak üzere olan Sanayi Parkı Ağdam'ın yeni hayatının önemli merkezleri olacak… Ağdam böyle güzel bir şehir işte. Ağdam'da kenti eski canlılığına döndürmek için çalışmalar son hızla devam ediyor. Restorasyonların yanı sıra kenti yeniden faal kılmak için yollar, evler, sanayi tesisleri yeniden inşa ediliyor.Naftalan Azerbaycan'ın, hatta dünyanın en önemli sağlık turizmi Bu güzel kenti ve hikayesini anlatması için Vali Yardımcısı Ülfet Aliyev ile buluşuyorum Üffet Bey, ben Azerbaycan'a ilk geldiğimde Naftalan'ın bu kadar güzel bir yer olduğunu bilmiyordum. İyi ki de gelmişim buraya. Çünkü burası aslında bir sağlık turizm merkezi. Muhteşem yer. Bana biraz burayı anlatır mısınız? Ülfet Aliyev: Naftalan bir turizm şehridir. Bu şehrin esası, sağlık turizmi hizmetlerinden oluşmaktadır. Çünkü Naftalan, tüm dünyaya nam salan Naftalan neftiyle ünlüdür. Naftalan neft yağının 70'ten fazla hastalığa iyi geldiğini söyleyebiliriz.Peki, bu turizm faaliyetini nasıl gösteriyorsunuz? Ü.A: Naftalan'da hâlihazırda 16 turizm merkezi faaliyet gösteriyor. Yeni merkezlerin yapılması için de çalışmalara başlandı. İki turizm merkezinin tamamlanması için son düzenlemeler yapılmaktadır. Burada bir günde 3 bin 500 turist kalabilmektedir. Dünyanın nerelerinden insanlar geliyor? Ü.A: Pandemiden önce, 2019 yılında Naftalan'ı 40 binden fazla turist ziyaret etti. En fazla ziyaretçi sayısı 2019 yılında görülmüştür. Naftalan'ı dünyanın 62 ülkesinden turist ziyaret etmiştir.Burası o sağlıklı petrolün çıktığı nokta. Merak ettiğim tüm soruları, buradaki yetkililerden öğreneceğim. Bu petrol nasıl bulunmuş? Maarif Kadimov: Petrolün bulunmasıyla ilgili bir efsane var. Ölmek üzere olan bir deve petrolün üzerine yatmış. Gövdesine petrol bulaşmış ve bir süre sonra ayağa kalkmış. Bu bir çeşit efsane olarak anlatılmakta. Fakat aslında insanlar tarafından 8.yüzyılda keşfedilmiş. Ve petrolden çeşitli yaralar için merhem olarak yararlanılmış, insanlar bundan şifa bulmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nda da bu neft merheminden yararlanılmış ve herkesin cebinde bu merhemden bulunurdu.Merhem olarak kullanılıyor. M.K: Daha sonra merhem olarak üretilip yararlanılmaya başlandı. Azerbaycan'da bir sanayi hâline gelerek 1950 yılından itibaren üretime geçilmiştir. Aslen en önemli materyallerden olduğu için sayın cumhurbaşkanımızın devlet planlamalarından biri oldu. Naftalan neft yağının satışının yapılmayacağına ve halk sağlığına hizmet etmek amacıyla sadece sanatoryumlara sağlanmasına karar verildi. Aynı zamanda biz petrolcülerin üzerine düşen görevlerden biri de bu neft yağının sağlık amaçlı olarak halkımızın hizmetine sunmaktır.Peki, bunun dünyada bir örneği var mı? M.K: Dünyada bizde var olan sağlık amaçlı kullanım anlamında böyle bir kaynak bulunmuyor. Dünyada ikinci bir benzeri yok. Naftalan'ın keşfedilme öyküsü bir efsane. Buradan geçen bir kervanda, adamın biri hasta olan devesinden kurtulmak için onu çamura atmış. Ancak geri dönüş yolunda devenin iyileştiğini görmüş. Eski bir efsaneye göre ise, Madeya adında bir cadı, Antik Yunan destanlarının kahramanı Yasn'a bir merhem verir. Bu merhem onu ateşten ve yanıklardan korur. Antik çağda, Asya ve Hindistan'dan gelen binlerce insan, Naftalan yağını anavatanlarına götürür ve tedavi görürler. 1887'de Yeter adlı bir Alman mühendis, Almanya'da Naftalan merhemini üretmeye başlar. Bu merhem, dünyanın birçok ülkesine ihraç edildi. Rus-Japon savaşında, Japon askerleri, çantalarında küçük kaplarda Naftalan merhemi taşırlardı. Kavanozların üzerinde kısa ama cesaret verici bir yazı vardı: "Bu merhem kimde varsa, hiçbir yaradan korkmasın." Naftalan yağı yüzyıllardır şifa kaynağı olarak kullanılıyor.. Naftalan yağı kervanlarla yapılan yolculuklardan bu yana tedavi amacıyla kullanılıyor. Yanmayan ender yağlardan olan Naftalan insanı dinçleştiriyor. Cilt sorunları, sırt ağrıları, romatizma, kireçlenme ve hatta sinirler için doktorlar tavsiye ediyor.Hurşud Namazaliyeva: Bunun adı Naftalan neft yağı. Naftalan neft yağı, bildiğimiz sıradan petrol değil. Naftalan neftinin içerisinde neftin karbohidrojen bulunur. Bunlar insan bedenine şifa veriyor. İskelet sistemi, cilt sinir sistemi hastalıkları gibi birçok rahatsızlığa etki eder ve şifa verir. Kaynak petrol ama farklı bir maddesi var. Öyle mi? H.N: Bu katkısız petroldür. Katkısız petrol de yeraltından çıkarılır ancak bu katkısızdır. Bunun içerisinde benzin bulunmaz. Kerosen bulunmaz, gazyağı bulunmaz. Naftalan neft yağı yanmaz. Eski dönemlerde Makedonyalı Büyük İskender'in askerleri, Vikingler, Hazaralar, hepsi bu neft yağının önemini biliyorlardı. Dağlardan çıkarırlardı. Savaş zamanlarında bu yağı yaralarına sürerlerdi. Yaraları kısa sürede iyileşirdi. Makedonyalı Büyük İskender yazılarında da belirtmişti. "Onlar Karadağ yağını sürdüler. Yaraları şifa buldu" der. "Karadağ yağı" diye Naftalan yağına diyor.Esrarengiz Azerbaycan'ın yolculuğu şimdilik Naftalan'da sona eriyor. İster istemez bu olağanüstü yolculuğun durakları gözümün önünde canlanıyor… Azerbaycan topraklarını, kültürünü, mimari ve tarihi eserlerini tanımak ve tanıtmak bana müthiş bir mutluluk verdi. Gördüklerim beni çok etkiledi, Azerbaycan'ın bu denli zengin bir kültürel mirasa sahip olduğunu sizlerle birlikte ben de öğrendim. Bu vesile ile programa değerli katkılar sunan konuklarıma; hocalarıma, Azerbaycan'ın bilim insanlarına, tarihçilerine, müzik eserlerinin bestecilerine ve icracılarına ayrı ayrı teşekkür ederim. Televizyon ekiplerini alınmadığı bir çok yerde çekim yapmamız için bize özel izinler veren Azerbaycan devlet otoritelerine de ayrıca teşekkür borçlu olduğumu söylemeliyim.Özgürlük, demokrasi ve insan hakları yaşamsal derecede önemlidir. Tarihten günümüze dek bir değerlendirme yaptığımızda savaşların ve yıkımların sadece bu yaşamsal kavaramlara değil, insanlığın ortak mirasına da zarar verdiği ortaya çıkacaktır. Türk milletinin tarihini ve kültürünü bir bütünlük içinde değerlendirdiğimizde ne kadar geniş bir coğrafyaya yayıldığını ve bu coğrafyada yaşayan insanlarımıza karşı bir sorumluluğumuz olduğu ortaya çıkıyor.Dost ve kardeş ülke Azerbaycan'dan kalbimde bir sıcaklık yüzümde bir gülümseme ile ayrılıyorum. Tekrar görüşmek üzere hoşça kalın… Esra Gezginci'nin Şuşa, Füzuli ve Ağdam'ı ziyaret ettiği bölümden kareler... |